3 Ocak 2014 Cuma

OSMANLI'YI YENİDEN KEŞFETMEK (Timaş)

------------------------------------------------------------------------
Aşağıdaki seçmeleri eksik olmasın Adem Bey (Koçal) gönderdi. Seçen: Mustafa Osta. Kaynak: http://www.tarih-kultur.com/default.asp?mct=detay&Topic_ID=39719
------------------------------------------------------------------------
Tabii İtalya’daki Rönesans mimarisini göz ardı etmeyelim; ama yaklaşık bin sene İstanbul hem bu büyük mabediyle, hem de bizzat kendisi milletlerin dikkatini çekmişti.  Ona gitmek, onu gezmek, onu görmek bir imtiyazdı. (s. 11)

Buna rağmen,  İstanbul’un nüfusundan çok zenginliği,  orijinal mimarisi, kütüphaneleri dikkati çekerdi. Develer dolusu kervanlarla bu şehre kitap taşınırdı. (s. 12)

Bu şehrin törenleri, anlatılsın, öğrenilsin diye kitaplara konu olmuştu. (s. 13)

Bunun gibi bir başka tören de Kılıç Alayı idi. Eyüp’ten kılıç kuşanmış padişahın şehre makamına doğru yürüyüşünü düşününüz. Bunun kudsiyeti sadece bu toplumda değil, bütün dünyada tanınmak zorunda kalmıştır. 1. Dünya Savaşı içinde son padişah tahta çıktığı ve cülus törenini yaptığı gün kılıç kuşanmıştır. O zaman İngilizler şehri bombardıman altına almıştı. Sultan 6. Mehmet Vahidettin; Bugün şehir bombalanmaz demişti. Hakikaten o gün bomba atılmadı. (s. 16, 17)

19. yüzyıla kadar kimseye burnundan kıl aldırmayan İstanbul, aklımızı başımıza toplarsak gene de aldırmaz. potansiyeli bu kadar yüksek, gelişmeye bu kadar müsait, bu kadar güzel ve bu kadar zengin mirasa sahip başka şehir nerede? Hangi şehrin böyle bir silueti var? İstanbul’un dışı cihanı yakar, içindeki keşmekeş de bizi. Elli senedir onu çirkinleştirmek için her şeyi yapıyoruz ama gene de güzel. (s. 17)

Süleymaniye, 1, 5 kilometrekare alanıyla bizim kimliğimizdir, nüfus kağıdımızdır. Bizim bu memleketteki tapumuzdur. Buradaki laubali davranışımız, büyük şehrin hengamesine bu muhiti bırakmamız düpedüz bir intihardır. Üstelik gelecek nesillere karşı bizi utandıracak bir intihar olduğunu söylemek gerekir. (s. 25)

Harem’deki bütün kızlar padişah için toplanmış değildir. Orada padişaha takdim edilecek, padişahın beğeneceği özelliklere sahip bazı kızların olduğu doğrudur. Ama neticede birtakım kızlar orada hizmetli olarak kalır ve asıl önemlisi buradaki Türkçe ve İslamı öğrenen ve Osmanlı saray medeniyetinin benimsetildiği bu kızların bir kısmının Birun’a çıkan Enderun halkıyla baş göz edildiğidir. Dolayısıyla bir kan aristokrasisi, bir hukuki hükümranlık statüsü tespit edilmediği halde, Osmanlı cemiyeti de insanların genel kuralı dışında kalmamaktadır. Orada da insanların evlendirilmesi yoluyla bir seçkin sınıf yaratılmaktadır. Bu seçkin sınıf eli ayağı tuttuğu, aklı işlediği sürece hükümdarın yanında devletin yönetimini götürmektedir. (s. 33)

Bilhassa bizim okul tarih derslerimizde bir israf, bir lüzumsuzluk olarak addedilen ve ardından kanlı cahil bir isyanı davet ettiği için adeta suçlanan Lale Devri, bir medeniyetin açılması ve gelişmesi için adeta lüzumlu bir üslup değişikliğidir. (s. 59)

Fatih bir Rönesans senyörüdür. Rivayetler kendisinin çok lisan bildiği etrafındadır. Bu boş bir söz değildir. Mesela Trapezuntus, Giacoma Languschi diyor ki; onun kadar Helen kaynaklarını iyi okuyan yok. (s. 73)

Osmanlı İmparatorluğu’nun sarayları ve şaşaası üzerine çok söz söylenir; çok slogan atılır. Bütün bir nesil; okul kitaplarında yer alan Maliyenin iflası ve saraylar hikayesiyle büyümüştür. Oysa insanlarımız, son on yılda Avrupa’nın ve Rusya’nın başkentlerini gezmeye başladıktan ve buradaki saray ve kasırları gördükten sonra daha iyi fark ediyor;19. yüzyılın Osmanlı devlet tüketimi diğer büyük devletlerle mukayese edilemeyecek kadar ölçüde mütevazidir. (s. 91)

Üzerinde durulacak bir konu da Topkapı Sarayı’nın zenginliğinden ve ihtişamından çok kendine has karakteri, has çizgileri ve ananeleridir. Topkapı Sarayı bir ananedir ve buradaki yaşam bilmemiz gereken bir çizgidir. (s. 95)

Uzun bir saltanat boyunca Osmanlı Hanedanını kimse değiştirmeyi düşünmemiştir. Bu hanedanın halkla ilişkilerinde kendine kendisine has özellikleri vardır. Osmanlı,  üst üste bir düzine başarılı mareşal yetiştirmiş bir hanedandır ve içinde takdire şayan çok sanatkarlar vardır. (s. 116)

Mektebi Harbiye’nin, Yeniçeri Ocağı’nın hemen kaldırılmasından sonra yeniden teşkili ve özellikle 1848 gibi çok erken bir tarihte Avrupa ordularının bile bazılarında görülen kurmay mektebinin kurulması Osmanlı ordusundaki kumandan tipinin çok süratle modernleşmesini sağlayan yeniliklerdendir. İşte bu iki müessesedir ki modern Osmanlı ordusunu ve muasır tarihimizi şekillendiren kadroları da ortaya çıkarmıştır. (s. 122)

Yetişen bu grup imparatorluğun modernizasyonunu temsil etmektedir. Başarısız ve erken terfi dolayısıyla hayalperest emeller peşinde imparatorluğu ve orduları pek de hayırlı yollara sevk etmeyen Enver Paşa dışında unutmayalım, 1880’lerde doğan bir grup başta Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir, Fevzi Paşa ve tabiî ki Ali Fuat Paşa olmak üzere bunu göstermektedir. (s. 123)

Osmanlı Devletin’de Kadı ve Kazasker çok önemliydi. Kadıların reisi olan Rumeli ve Anadolu Kadısı Divan-ı Hümayuna girerlerdi. Divan-ı Hümayuna Şeyhülislam girmezdi. (s. 133)

Sultanahmet Meydanı ve onun etrafındaki eserlere sahip olan bir millet ve memleket, kültürüyle ve tarihi şahsiyetiyle haklı olarak övünebilir. (s. 146)

Ayasofya 537 yılında uzun bir inşaattan sonra açılan bu büyük kilise, üstünden geçen 1000 yılın sonunda, Sen Piyer, Süleymaniye ve aşağı yukarı bir 50 yıl sonra da yanı başındaki Sultanahmet yapılana kadar bütün dünyanın en büyük mabediydi. (s. 149)

Şunun üzerinde önemle durmalıyız; Türkiye yeryüzünde yoğunluğu itibariyle eski eserler barındıran en zengin ülkelerden biridir. (s. 163)

Osmanlı eğitimi hepimizin dikkatini çekeceği üzere irsiyyete dayanan,  bir seçkin zümre yaratmaktan çok liyakat sahibi ve buna sahip olabilecek kabiliyetteki gençlerin seçilip, yetiştirildiği bir sitemi ifade eder. (s. 177)

Osmanlı Tarihi, açıkça söyleyelim biz Türkler’in tarihidir, Türk Devletinin  tarihidir; ama aynı zamanda etrafımızdaki yirmi küsur devlette yaşayan onu aşkın milletin, çok dinli, çok dilli kavimlerin ortak bir tarihidir. (s. 184)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder